Sayfamdaki iki yazı taslak olarak kalmış, nedense bitirmemişim. Biri korona hakkında. Okuyunca fena değil gibi geldi ama pek güncel değil artık. Birkaç espri birkaç mesaj. Aydın(!) ukalalığı falan. Üzerinden çok şey geçmiş, birçok şey değişmiş. Bir kere her "covid"liyi hasta saymıyoruz artık. Hem Sayın Bakan'a bakarsak tünelin ucunu da görmüşüz!!!
Bu arada her yer açık, sadece okullar kapalı. Özel okullar, dershaneler hatta destekleme kursları bile açık ama okullar kapalı. Uzaktan ders yapıyoruz. Uzaktan dersleri de dershane saatlerine göre ayarlıyoruz ki öğrenci derse girebilsin.Diğer yazı ülkemizdeki idamlara dairmiş. Aziz Nesin'in "Surname" romanından yola çıkarak 1960'lı yıllara kadar şehir meydanlarında halka açık yapılan idamlar hakkında bir yazı denemesi. Şenlik havasında, çoluk çocuk izlenen idamlar. Sabaha karşı yapılacak idam için şehir meydanında toplanan binlerce kişi olurmuş. Küfürler, kahkahalar, çığlıklar gırla. O yazı da yarım kalmış. Yeni bir şey yazacakmışım gibi "yeni yayın butonu"na tıkladım.
Beyaz bir sayfa, her şey olmaya hazır bir boşluk...
İyimser bir yazı olsun isterim. Çetin Altan'ın deyişiyle "Enseyi karartmamak lazım."
Bir süre boş sayfaya baktım.
Fonda Melek Mosso, eski bir şarkı söylüyor.
Bir Ayten Alpman şarkısı:
"Üzgünüm, acı sözlerim için
Üzgünüm, seni kırdığım için
Haklısın, bana darılsan bile
Beni terk etsen bile
Ne yapayım ben böyleyim"
Ne yazacağını bilmesem de yazıyorum işte. Elbet bağlarım bir yere. Böyle yazı mı olur mu, demeyin, yazabilirsem olacak. Ahmet Hakan'dan ne eksiğim var.
(Yukarıda yazdıklarımı her an silebilirim bu arada.)
Oğlumla çatı katındayız. İkide bir şalteri kapatıp açıyor. Sonra rutin haline gelen gürültülü hareketlerini yapıyor. Komşu evde olmadığı için müdahale etmiyorum. Hiç ilgilenmezsem sanki daha erken bırakıyor. Tekrar kapattı. Çakmağı el yordamıyla bulup bir sigara daha yaktım. Her seferinde bir pişmanlık yayılıyor içime. (bak bu edebî bir cümle oldu, aferin bana) Tekrar açtı, odayı kilitledi. Hareketlere devam.
Bugün Nazlı Eray'ın "Kızları Öpme Kuyruğu" adlı kitabından birkaç hikaye okudum. "Sıfırdan" adlı hikayede kahraman -hikayedeki yazar- yeni yazacağı roman için ilanla roman kahramanları arıyordu. İlan da şöyle: "Bir yazarın yeni romanı için sınavla kişiler alınacaktır. Sınava girecek adayların ön kayıtlarını en geç ayın dokuzu pazartesine kadar yaptırmaları gerekmektedir. Adaylardan istenen belgeler: 10 adet vesikalık resim, Cumhuriyet Savcılığından iyi hâl kağıdı, varsa herhangi bir okuldan, oranın öğrencisi olduklarına dair mühürlü kağıt, muhtardan tasdikli nüfus kağıdı sureti ve birer adet ikametgah belgesi..."
Başvuranları bir de sınava tabi tuttu. Sınavı kazanıp roman kahramanı olacağını düşünen kahramanlar, yazarın da sonradan fark ettiği bir gerçekle yüzleştiler. Sadece okuduğumuz öykünün kahramanları olmuşlardı. O öykü de yazılıp bitmişti zaten.
Bu yazı da öyle olacak herhalde lafı dolandırmadan yazacağım asıl yazının yazılış hikayesi olacak. (beh beh)
Eminim güzel bir yazı olacak ama nasıl olacak bilmiyorum.
Biraz sabredin.
Buraya kadar okuduysanız zaten sabırlı bir insan olmalısınız.
Belki hayata dair çok önemli tespitler yapıp sizi aydınlatabilirim.
Hissediyorum çok mesaj veresim var.
Haktan hukuktan, düşünce özgürlüğünden, eğitimden, kadına şiddetten ya da artık şaşırmadığımız sapık din tüccarlarından falan bahsederim belki.
Ama iyimserliğimi koruyacağım.
Belki de ekonomiden bahsederim. Doların yükselmesinin bizi neden ilgilendirmediği üzerine bilimsel açıklamalar yapasım var mesela.
Hem Ahmet Hakan da sevinir buna, yazık.
Yazının burasında sayfanın üstüne çıkıp başlığı attım: Hiçbir Şey Üzerine!
Dedim ya asıl yazı gelecek bir gün.
Mesajı olmayan yazı mı olur, demeyin şimdi.
Sıradaki şarkı yazıyı bitirenlere gelsin.
Nilipek söylüyor:
(Kim bilmiyorum ama güzel söylüyor.)
"Tatlı gülüş pek yaraşır, gözleri ömre bedel
Ah ne güzel ne güzel seni sevmek
Ah ne güzel ne güzel"