9.01.2020

Ölümsüzlük

Bir ara pek meşhurdu ya, e-devletten ecdadımıza baktık, aslen nereliymişiz falan öğrendik. Kimimiz o kadar mutlu oldu ki sanal alemde paylaştı. 
O listeyi incelerken bir şey fark ettim (aferin bana).
Bir insan öldükten -en iyi ihtimalle- yüz yıl sonra onu tanıyan, hatırlayan, yâd eden kimse kalmıyor. Başka bir ifadeyle eğer geride kalıcı bir eser bırakamadıysanız vay halinize. Dünya üzerinde bugüne kadar yaşamış 109 milyar kişiden birisiniz o kadar. 
Araştırmalara göre Dünya'mız 4.54 milyar yaşında ancak bu tahminin hata payı da varmış: 50 milyon yıl! 
Hata payı bile ürkütücü değil mi? Böyle büyük bir zamanın içinde 60-70 bilemedin 80 yıl oyalanıp gidiyoruz. (çok moral bozucu bir yazı oluyor, farkındayım)
Tüm bunlara rağmen büyük büyük laflar edip dünya bizim çevremizde dönüyormuş hissine kapılıyoruz. Çalışıyoruz, çabalıyoruz - olmadı çalıyoruz - bir şeyler biriktirip bir şeylere sahip olduğumuzu zannediyoruz; sonrası malum.

Hele bir de öyle çok seyahat etme şansına sahip değilseniz yani ülke dışına bile çıkamadıysanız. (Bu satırların yazarı daha yurt dışına çıkmış değil mesela) Tam da Behçet Necatigil'in dediği gibi yaşamışsınızdır: "Sıkıştığım yerde vakit çabuk geçti / Bak dediler baktım, pek bir şey göremedim."
Ne kadar hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlar olsa da ölüm gerçeğini bir türlü aklından çıkaramayıp bunu takıntı haline getirenler de var, Cahit Sıtkı Tarancı gibi. Yaşama sıkı sıkıya bağlı olan bu şair, hayatın getireceği her türlü sıkıntıya razı olduğunu, hiçbirinden şikayet etmeyeceğini ancak tek dileğinin "hayatın devamı olduğunu" bakın nasıl ifade ediyor:

"Ve gönül Tanrısına der ki:
— Pervam yok verdiğin elemden;
Her mihnet kabulüm, yeter ki
Gün eksilmesin penceremden!
"

Otuz Beş Yaş şiirinde "Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder" dese de 46 yaşında ölmüş şair. Hatta geçirdiği felç nedeniyle son birkaç yılını konuşamaz halde geçirmiş. Ettiği duanın sadece "elem ve mihnet" kısmı tutmuş yani. 

Her şeye rağmen o, şanslı azınlıktan. Genç yaşta ölse de ölümsüzlüğü yakalamış yazdıklarıyla. Tıpkı Yunus Emre gibi.
Bir Orta Çağ şairi olsa da çağının hatta çağımızın ötesinde bir hoşgörüye sahip bir isim Yunus Emre. Ancak ölüme bakışı Cahit Sıtkı'dan farklı. 
Onun için ölüm sevgiliye yani Yaradan'a kavuşmaktan başka bir şey değil. Ve bu dünya gurbet hatta bir sürgünden başka bir şey değil onun için. Ruhun ölümsüzlüğüne inanmanın verdiği rahatlıkla bakın ne demiş: "Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil!" Kendi gerçeğini göremeyenlere de ibret olarak mezarları göstermiş:

"Sana ibret gerek ise,
Gel göresin bu sinleri 
(sin: mezar)
Ger taş isen eriyesin,
Bakıp görücek bunları.

Şunlar ki çoktur malları,
Gör nice oldu halleri
Sonucu bir gömlek giymiş,
Onun da yoktur yenleri
" (yen: cep)

...

İçen kişiyi ölümsüz kıldığına inanılan abıhayatı bulmanız dileğiyle, son sözü Nazım'a vermek istiyorum:

"Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun
duyulacak mahzunluğu şimdiden
Böylesi sevilecek bu dünya
"Yaşadım" diyebilmen için
...


Gelmişken bunları da okuyun:) 🔻

Kimim Ben?

2 yorum:

Yorumlarınız bizim için değerli. Lütfen yazıyla ilgili görüşlerinizi bizimle paylaşınız.