13.01.2020

Medyum Şair

Hiç ruh çağırma seansına katıldınız mı?
Cevabınız hayır da olsa sanırım hepinizin gözünde yandaki fotoğrafa benzer bir sahne canlanmıştır. 
"Ey ruh buradaysan masaya üç defa vur!" falan...
Yazının konusu da tam bu işte: ruh çağırma.
Ruh çağıran kişi (ya da aynı ruh onu düzenli olarak ziyaret etmiş mi demek lazım, bilemedim) ünlü bir şair ve devlet adamı olunca işin rengi biraz değişiyor tabii. 
Şairin adını yazının sonuna kadar saklamaya kalkmayacağım.
Sözünü edeceğim kişi Beş Hececilerden biri, Enis Behiç Koryürek (ö.1949). Milli Mücadele'ye destek vermiş, edebiyat öğretmenliği yapmış, devlet kadrolarında önemli görevlerde bulunmuş bir Cumhuriyet aydını.
1945 yılına gelindiğinde Enis Behiç, dönemin tek parti iktidarıyla görüş ayrılığı yaşayarak istifa etmek zorunda kalmış. Sonrasında politikaya atılarak 1946 seçimlerinde (Şu "açık oy, kapalı tasnif" ile yapılan meşhur seçimDemokrat Partiden aday olmuş. Sonrasında da olanlar olmuş. Seçilemediği gibi kendisine bir emekli maaşı da bağlanmamış. Sonuç olarak hayatının son yıllarını zorluklar içinde geçirmiş.
Aslında 1946 yılına kadar şairin hayatında olağanüstü (ya da doğaüstü) diyebileceğimiz hiçbir şey yok.
İşte ne olduysa 1946'da katıldığı bir toplantı sonrasında olmuş.
Arkadaşlarının zoruyla gittiği bir ruh çağırma seansından bambaşka bir adam olarak dönmüş, Enis Behiç. 
Sonrasında da ispritizma (ruhlarla bağlantı kurulabileceğine öne süren inanış ve uygulama) ile ilgilenmeye başlamış. 
Bir süre sonra da (bazı kaynaklara göre o toplantıdan başlayarak) 17.yüzyılda yaşamış Mevlevî Çedikçi Süleyman Efendi'nin ruhu ile düzenli olarak irtibata geçmiş(!) Bu buluşmalarda Süleyman Efendi fısıldayacak ya da ilham verecek -o anlarda pek de kendinde olmayan- Enis Behiç de tasavvufi şiirler söyleyecektir. Doğaçlama gibi söylenen bu şiirler de yakınlarınca yazıya aktarılacaktır.
İşte Vâridat-ı Süleyman adlı eser böyle meydana gelmiş (En azından iddia böyle).
Eser, 1949'da -henüz 56 yaşında iken- ölen şairin ölümünden kısa bir süre önce basılabilmiş. (Bu durum da ilginç gelmiyor değil hani!)
Olayın kafaları karıştıran bir başka yönü de kitaptaki şiirlerin yapı ve içerik bakımından Enis Behiç'in daha önceki şiirleri ile hiçbir benzerlik göstermemesi.

Kitabın Ön Sözünden...

"Çırpına çırpına uyuyamadığım, sonra birden derin ve ağır bir iç geçmesiyle dalıp gittiğim, bununla beraber en hafif bir çıtırtıyı bile büyük bir gümbürtü gibi ta beynimin içinde duyarak helecanla yine uyandığım ve artık hiç uyuyamayacağımı sanırken ansızın tekrar dalıverdiğim bir uykuda idim...
Çedikçi Süleyman Çelebi, o solgun, ince ve pek sevimli çehresi, o süzgün, çekik, gülümseyen gözler ile ve sırtında mor harmâniyesiyle yavaşça yanıma geldi; yastığımın üstünde tere batmış yüzüme şefkatle bakarak kulağıma eğildi:
— Fânûs, Kitabın başına şöyle yazasın..."

...


Eserin meydana geliş şekli, tartışmaları da beraberinde getirmiş, tabii.

İnanmayanlar olduğu kadar inananlar da olmuş. Kimi sahtekarlıkla suçlarken kimi de şaire bir cinin musallat olduğunu söylemiş. Ancak biri var ki daha ileri giderek onu peygamber ilan etmiş: Arusi Şeyhi Ömer Fevzi Mardin. 
Mardinkitapta yazılanların Enis Behiç tarafından söylenmesinin mümkün olmadığını, tüm bunların Cebrail aracılığıyla kendisine söylendiğini, kitabın da tüm kutsal kitapların özü olduğunu söyleyivermiş!
Bu noktada yorumu sizlere bırakarak yazımı Enis Behiç'in ruhlar alemine bulaşmadan önce yazdığı bir şiiri ile bitireyim. (Şiir, bestelendiği için geniş kesimlerce bilinir diye tahmin ediyorum)


Hâtıra

Geçsin günler, haftalar,
Aylar, mevsimler, yıllar…
Zaman, sanki bir rüzgâr
Ve bir su gibi aksın…

Sen gözlerimde bir renk
Kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes
Olarak kalacaksın…

Gelmişken bunu da okuyun 🔻

Mutluluğa Dair Değildir!

3 yorum:

Yorumlarınız bizim için değerli. Lütfen yazıyla ilgili görüşlerinizi bizimle paylaşınız.