18.01.2020

Kadın Olmak

Bizde kadın olmak zor.
Erkek olmanın bize verdiği yetkiye(!) dayanarak her şeylerine karışıp ahkâm kesebiliyoruz.
Rolümüz ne olursa olsun fark etmiyor.

Eski milletvekili, belediye başkanı, ilkokul müdürü, yan komşu... 
Kahvede, evde konuşulsa bir derece; twitter'dan falan kesiliyor ahkâmlar...
Ne zaman dışarı çıkabileceği,
Nasıl giyinmesi gerektiği,
Ne kadar gülebileceği,

Ne kadar okuması gerektiği,
Hangi mesleğe daha uygun olduğu,
Nasıl spor yapabileceği,
Kaç yaşında evlenmesi gerektiği...

Konuşuyoruz da konuşuyoruz...
Listeyi uzatmak mümkün...
Onlar korunmaya muhtaç, aciz, etrafındaki erkekleri günaha sokmaya müsait (!); biz erkekler de onların koruyucuları!
Onları hemcinslerimizden koruyoruz herhalde, başkaları da bizden koruyor olmalı!..
(Acaba sorun bizde mi?)
Anneliği kutsarken bile çaktırmadan sınırlarını çiziyoruz.
(Bu arada anneliği kutsal görsek de içinde "ana" geçen onlarca küfür de üretebiliyoruz!)
Namus kavramını da hep onların üzerinde şekillendiriyoruz, nedense...
Namus uğruna dövüp hatta öldürüp sözde namusumuzu temizliyoruz.
Atasözü ve deyimlerimizin bir kısmı da bu sakat anlayışı yansıtıyor:
"Kızını dövmeyen dizini döver."
"Kız evde olsa da elden sayılır."
"Kız girdi on üçüne, ya erdedir ya yerde." (en iğrenci bu herhalde)
"Karı gibi gülme."
"Biraz erkek ol."
"Erkek gibi kadın" 
("Erkek gibi kadın" lafının bazı kadınlar tarafından övgü olarak kabul edilmesi de ilginçtir: bk. Seda Sayan)
"Erkeklik bende kalsın."
"Elinin hamuruyla erkek işine karışma."
"Eksik etek"
"Saçı uzun aklı kısa"
"Kaşık düşmanı"

...
Eyyy! (tutmayın beni)
Eli silahlı sözde namus bekçileri, 

Karma eğitime karşı çıkanlar,
Edebiyle evde otursun diyenler,
Kadının spor yapmasını edebe aykırı bulanlar,
Israrla "Bayan" diyerek kadının cinsel kimliğini yok sayanlar,
"O saatte orada ne işi vardı?" sözünü hazırda tutanlar,
Erkek egemen toplumdan hayır bekleyenler,
...
Sıkıntı bizde kabul edelim! 
Rehabilitasyona ihtiyacımız var,
Daha çok eğitime,
Daha çok okumaya, düşünmeye,
Daha çok farkındalığa,
Sosyalleşmeye,
Karşı cinsle sağlıklı iletişim kurma becerisine,
Çocuklarımızı bilinçli yetiştirmeye,
Her türlü inanca, dünya görüşüne saygı duymaya,
Kimin neye inandığının sadece kendisini ilgilendirdiğini öğrenmeye ihtiyacımız var.
Bırakalım kadınlar karar versin tüm bunlara!
Kadın kimsenin malı mülkü, aidiyet alanı değil!
Kadın ve erkeği sosyal hayatta hele ki okul çağında ayırmaya kalkmanın bizi daha ahlaklı yapmayacağını, tam tersine hastalıklı bir toplum yapacağını kabul edelim.
Boşuna "Bir toplumun çağdaşlık düzeyi o toplumun kadına verdiği değerle ölçülür." denmiyor.

18.yüzyılın başında Paris'e elçi olarak gönderilen Yirmisekiz Çelebi Mehmet'in Sefaretname'sinde anlattıkları bu konuda yol katettiğimizi gösterse de sanırım aşmamız gereken daha çok şey var.
Fransa memleketlerinde kadınların itibarı erkeklerden üstün olup istedikleri ne ise yaparlar ve istedikleri yere giderler. En âlâ beyzâde, en düşkününe haddinden fazla riayet ve hürmet eder. Avratların sözü geçer hatta Fransa avratların cennetidir, zira hiç zahmet ve meşakkatleri yoktur... Paris sokakları çok kalabalık görünür, zira avratlar sokaklarda ev ev gezerler, asla evlerinde oturmazlar. Erkeklerle kadınlar bir arada olduklarından şehrin içi fazla kalabalık görünür. Dükkanlarda oturup alışveriş edip, pazarlık eden avratlardır..." (Paris Sefaretnamesi)

Şen ve esen kalın.

Bence gelmişken bunları da okuyun 🔻

Kimim Ben?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için değerli. Lütfen yazıyla ilgili görüşlerinizi bizimle paylaşınız.