6.02.2017

Günlüğündeki Tanpınar

"Gece yarısı öksürükle uyandım ve ilk defa seneye çıkamam korkusu aklıma geldi. Ciddiyetle geldi. Hiçbir şeyi bitiremeden ölmek istemiyorum. O kadar eser ve kullanmadığım o kadar kelime varken..."
(Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Baş Başa, s. 278)

Günlük mantığı ile okurlar için kaleme alınanları bir kenara koyarsak günlük türü, yazarının tüm gerçekliği ve samimiyetiyle var olduğu özel bir alan. Günlük tutan hiç kimse yazdıkları okunsun istemez ancak ünlü bir yazarsanız ölümünüzden sonra yazdıklarınızın okuyucu ile buluşması sanırım, kaçınılmaz.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın 1953-1961 yılları arasında tuttuğu günlüklerin başına gelen de bu. Yazarın ölümünden 13 gün öncesine kadar yazmaya devam ettiği bu defterler "Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Baş Başa" adıyla yayımlandı. 

İnci Enginün ve Zeynep Kerman'ın ortak çalışması olan kitabın yayıma hazırlanması ise tam 20 yıl sürmüş. Hazırlık aşamasının neden bu kadar uzun sürdüğü ile ilgili gerekçeler kitabın başında açıklansa da kitabı okuyunca sayılan gerekçelerin dışında daha önemli olabilecek bir nedeni de düşünmeden edemiyorsunuz. Bence bu kitap anca 2000'li yıllarda basılabilirmiş ve de öyle olmuş.
Enginün ve Kerman'ın kitabın içinde yer yer yaptıkları yorum ve açıklamaların kitabı daha da okunur kıldığını söylemek isterim. Kitap, Tanpınar'a ait birçok fotoğraf ve belgeyle de desteklenirken yer yer orijinal günlükten seçilen sayfalara da yer verilmiş. Orijinal günlüğün eski harflerle yazıldığını belirtmekte de fayda var tabii.
Tanpınar; kimi zaman akıl defteri, kimi zaman günlük olarak kullandığı bu defterlerin kendisi öldükten sonra okunacağının da farkında. Belki de yaşadığı, hissettiği, yüksek sesle söyleyemediği her şeyin bilinmesini istiyor.

"Bu defteri seviyorum. Benden sonra okunacağını düşünüyorum. Hoşuma gidiyor. Geçen zamanım görülecek sanıyorum." (sayfa 131)

Edebiyatın hemen her dalında eser veren ancak yaşadığı dönemde beklediği ilgiyi göremeyen ve kendi deyimiyle "sükut suikastı"na uğradığını düşünen yalnız bir adamın dramı var günlüklerde.
Her daim parasızlık çeken, karşılıksız bir aşk yaşayıp hiç evlenmeyen, anlaşılmamaktan muzdarip bir adamın hiçbir sansüre gerek duymadan yazdıkları, okuyucular için sürprizlerle dolu.
Günlükler sayesinde bir kez daha anlıyoruz ki Tanpınar için asıl olan şiirdir. Üniversitede hocalık yapmaktan bile memnun değildir. Yazdığı 19.Asır Türk Edebiyatı Tarihi için bile "Ben edebiyat tarihi için yaşamadım. Onu herkes yazabilir." diyor. O ne yaparsa yapsın, her şeyden önce bir şair.

"Şiirim esastır. Fakat roman şöhretimi ve şahsiyetimi tesis edecektir. Birisi düşüncem, asıl estetiğim, öbürü asrımla temas noktamdır." (s. 299)

Kendi yazdıklarını da kolay kolay beğenmez. Beklediği, arzu ettiği bir şöhret vardır ancak buna sanatından fedakarlık yaparak ulaşmak istemez. Dönemindeki sanatçı ve eleştirmenleri de sert sözlerle eleştirir. Şiirleriyle ilgili bir makale kaleme alan bir eleştirmen için söyledikleri duygu dünyasını tespitte önemlidir.

"Yeditepe'de bir katırın hakkımda yazdığı makaleyi okudum. Yarabbim ne katır...Okumayan, okuduğunu anlamayan, okuyucuların ve düşünmenin yanından geçmemiş münekkitlerin memleketinde insan ne diye şiir yazar, edebiyatla uğraşır? (s. 295)

Tanpınar, bugün edebiyatımızın zirvedeki isimlerinden biri. Kendisi göremese de romanları birçok dilde basılan, hakkında birçok kitap yazılan bir yazar. Yazarın - benim de büyük bir hayranlıkla okuduğum - Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanını yazarken günlüğüne düştüğü satırlar da onun ne kadar ince eleyip sık dokuduğunun bir kanıtı olsa gerek.

"24 Temmuz 1954. Gece. Her şey gülünç oldu hayatta. Hakikat şu ki Saatleri Ayarlama muazzam bir karikatür oldu. Her sayfa yalnız kendini kurtarabiliyor. Hiçbir ahengi, isimle alakası yok." (s.116)

Kimi zaman adını anmadan ihtiyar diye bahsettiği, inişli çıkışlı duygularla andığı hocası Yahya Kemal Beyatlı, etkilendiği tek isimdir.
Defterde Tanpınar'ın kaleminden nasibini alan tek isim Yahya Kemal değil tabii. Hasan Âli Yücel, Faruk Nafiz Çamlıbel, Peyami Safa, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Sabahattin Eyüboğlu, Behçet Kemal Çağlar, Nurullah Ataç ve niceleri.
Bunun yanında yazarın yer yer çevresi tarafından dışlandığını ya da hor görüldüğünü de yine kendi yazdıklarından öğreniyoruz.
Kitaplarını okuduğumuz, sanatına hayranlık duyduğumuz yazarları bu kadar yakından tanıyabilmek her zaman mümkün olmuyor. Bu kitabı belki o nedenle çok sevdim. Ahmet Hamdi Tanpınar'ı başkasından değil günlüklerinden dinlemeyi, anlamayı sevdim.
Genç Cumhuriyetin bu ilk aydın zümresinin yaşadığı çelişkileri, sıkıntıları, demokrasimizin 1950'lerdeki macerasını Tanpınar'ın sansürsüz kaleminden - katılmadığım bazı noktalar olsa da - okuyabilmenin büyük bir fırsat olduğunu düşünüyorum.

2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için değerli. Lütfen yazıyla ilgili görüşlerinizi bizimle paylaşınız.