26.01.2017

Farklı Olmak

Doktora gittiğimizde böyle bir ihtimal aklımızın ucundan bile geçmiyordu, aslında. İki buçuk yaşındaydı ve henüz konuşmuyordu. Eşimle bana kalsa tek şikâyetimiz de buydu. Doktor Hanım, odasında oradan oraya koşturup duran oğluma bakarak şikâyetimizin ne olduğunu sordu. Sonra adıyla birkaç kez seslenip Mert’in dikkatini çekmeye çalıştı. Sonuç alamayınca bize birkaç soru sordu. Muayene bitmişti. Bütün hayatımızı etkileyecek, sarıp sarmalayacak o kelimeyi, nezle teşhisi koyan bir aile doktoru edasıyla pat diye söyleyiverdi, otizm.
Otizm, bu kelimenin bendeki tek karşılığı yıllar önce seyrettiğim Yağmur Adam filmiydi. Hani şu Dustin Hoffman’ın üstün yetenekleri olan otistik bir adamı oynadığı bol oscarlı film. İzleyenler hatırlayacaktır; yere düşmekte olan onlarca kürdanı gözüyle sayabilen ya da telefon rehberindeki tüm isimleri telefon numaralarıyla hafızasına alan ama en basit sosyal becerilerden yoksun, takıntılı kahramanın hikâyesi. 

Reçeteye yazılacak birkaç ilaçla halledilebilecek bir durum olmadığının farkındaydık, tabii. Çok ciddi bir durumdu ama tüm bildiğimiz de bu kadardı. O an neler hissettiğimi anlatmam çok zor. Doktor, büyük bir ihtimalle, her otizm teşhisi sonrası yaptığı standart konuşmasını yapıyordu. Anlattıklarına odaklanmakta zorluk çekiyor, boş boş bakıyordum. Başlaması gereken uzun bir eğitim sürecinden bahsediyor, yaşadığımız şehrin bu konudaki yetersizliğinden dem vuruyordu. Ona göre Mert, İstanbul’da eğitim görmeli hatta biz oraya taşınmalıydık.
Oradan nasıl çıktık, eve nasıl geldik bilmiyorum. Sanırım ikimiz de aynı şeyi düşünüyorduk, doktor yanılıyordu. Başka bir doktora göstermeliydik. Gösterdik de. Benzer sorular, benzer denemeler ve kaçınılmaz son. Ve artık yavaş yavaş kanıksamaya başlamamız gereken gerçekleri bir kez de o sıraladı: Otizmin bilinen bir tedavisi yok, anne baba olarak çok sabırlı olmalısınız, hayat boyu sürecek zor bir sürece kendinizi hazırlamalısınız, sıkı bir eğitimle mesafe kat etmek mümkün vs. Kabullenmesi zordu. On binde bir görülen bir durum olduğu söyleniyordu - şimdilerde her 150 çocuktan biri - ve o da bizi bulmuştu ama eşim ikna olmuşa benzemiyordu. Çok küçük olduğunu, zamanla değişeceğini, konuşacağını düşünüyordu. Keşke o haklı çıksaydı.
Ertesi gün otizmi anlatan bir kitap alıp tek başıma bir çay bahçesinde oturup okumaya çalıştım. Okuduğum satırlar kafamda uçuşup doktorların söylediklerine karışıyor; oğlumun halleri, yaptıkları, yapamadıkları gözümün önüne geliyordu. Evet, oğlum göz teması kurmuyordu, çok hareketliydi, çoğu zaman adına tepki vermiyor, kendi dünyasında yaşıyordu. Elektrik süpürgesine karşı takıntılı ilgisi, uykuya geçmekte zorlanması da cabasıydı. Kabul etmek lazımdı ki otizm tüm bilinmezliği ile hayatımızın ortasına kuruluyordu, yavaş yavaş.
Uykusuz geçen geceler, arabayla yaptığımız uzun gezintiler, her defasında hayal kırıklığı yaratan ilaç denemeleri, rica minnet kreşe bırakıp kapıda beklemeler, rehabilitasyon merkezlerinde – nedense – mucize beklenen birer saatlik dersler, değişen okullar, merkezler, birbirinden değerli öğretmenler…
İtiraf etmeliyim ki bu satırları bir başarı hikâyesi olarak kaleme almıyorum. Bu yazı: “Otizmi yendik, şu an yaşıtlarından hiçbir farkı yok; sabırlı olursanız siz de başarabilirsiniz.” diye bitmeyecek yani. Bu yazıyı sabredip sonuna kadar okuyan çıkarsa ihtimal ki yeni bir şey de öğrenemeyecek, bunun için de üzgünüm.
Otizm ile tanışıklığımızın üzerinden on iki yıl geçti ve oğlum, şimdi on dört yaşında koca bir delikanlı. Yaşıtlarıyla aynı okula gidemiyor belki ama yapabildiği onlarca şey var. Birkaç sözcük ile de olsa isteklerini ifade edebiliyor; yüzmeyi, bisiklet sürmeyi, bilgisayar kullanmayı, basketbol oynamayı hatta basit de olsa okuma yazmayı biliyor. Ve eminim ki daha yapabileceği onlarca şey var.
Dedim ya bu yazıyı okuyan ihtimal ki yeni bir şey öğrenemeyecek. Peki, bu yazıyı neden yazıyorum. İnanın ben de bilmiyorum. Belki sadece yazmak istediğim için yazıyorum. Biliyorum ki, az ya da çok, benzer durumları yaşayan binlerce aile var. Bizler çocuklarımızla mutluyuz ve çocuklarımızın yapamadıklarına üzülmek yerine yapabildikleriyle mutlu olmayı öğrenebilmiş insanlarız. Övünmek gibi olmasın ama farklı bir çocuğa sahip olmanın bizlere kattığı ya da öğrettiği birçok şey var. Belki yakınlarınızda bir yerdeyizdir, ne bileyim. Siz fark edin.

2017

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için değerli. Lütfen yazıyla ilgili görüşlerinizi bizimle paylaşınız.